2000  yılının 10 Muharreminde Bakü?deydim. O gün kendimi birdenbire binlerce  kişinin ortasında buldum. Şii inancında olan Azerbaycan Türkleri: ?Ah  Hüseyn! Şah Hüseyn!? diyerek dövünüyor ağlıyorlardı. Genç, ihtiyar,  kadın-erkek, çoluk-çocuk anlatılmaz bir hüzünle hıçkırıyorlardı. Bir  kısım gençler 60-70 cm uzunluğundaki zincirlerle, sırtlarını  kanatırcasına dövüyorlardı. Birkaç kişi, saçlarını usturayla kazıtmış  başlarını palalarla yarmışlardı. Yüzleri gözleri kan içindeydi. 10-12  yaşlarındaki bir çocuğun başına, babası kılıçla vurmuştu. Kan, yüzünden  göğsüne doğru süzülüyordu. Ama çocuğun gözünde bir damla yaş yoktu.  Ağlamaklı bir sesle: ?Ah Şah Hüseyin! Keşke senin yerine ben ölseydim!  Ben ölseydim!? diye sızlanıyordu. Etrafındakiler, sarsıla sarsıla  ağlıyorlardı. Ben de kendimi tutamadım. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya  başladım. Biliyordum ki islâmda yas tutmak yoktur. Ölenin arkasından  saçını-başını yolarak ağlamak, hatta para vererek ağlayan kadınları  ölünün evinde ve mezarının başında ağlatmak, Türklerin, daha Müslüman  olmadan önce YUĞ isimli âdetlerindendir. Biliyordum ama ne fayda?  Azerbaycan?ın şii inançlı Türkleri, 10 Muharremleri böyle karşılıyor,  böyle uğurluyorlar. Şii, şia taraf demektir. Şiai Ali: Alinin  taraftarları anlamındadır.
Türkiye?deki Alevîler de, şia gibi,  Ali?ye taraftırlar. Saklamaya ne hacet, bizim Alevî kardeşlerimiz de 10  Muharremlerde sazlarının tellerine: Ali! Hasan! Hüseyin! Kerbela! İbni  Mülcem! Yezid diye vurarak türküler tuttururlar. Biz, millet olarak Hz.  Hüseyin?in şehit edilmesinden tam 279 yıl sonra Müslüman olduk. Kerbela  vak?asında, bizim millet olarak trilyonda bir bile vebalimiz yoktur.  Şimdi Yezid?in mezarı da, kemiğinin bir miskal tozu da yoktur. Ama bizim  Alevîlerimiz, sanki Hz. Hüseyin dün şehid edilmiş, Yezid de ellerini  kollarını sallayarak ortalıklarda dolaşıyormuş gibi, öfkeli ve kin yüklü  ağıtlar yakıyorlar. Bu kinin, kime ne faydası olduğunu kat?iyyen  bilmiyorum.
Bir de sünni camianın 10 Muharremi karşılaması var.  Mesela benim annem de, babam da beş vakit namazlarında-niyazlarında  idiler. Annem de, babam da 10 Muharremde oruç tutarlardı. Üstelik bize  de tuttururlardı. Sevabını Hz. Hüseyin efendimize bağışlamamızı  isterlerdi. Biz de öyle yapardık. Annem her 10 Muharremde hem aşure  yapardı hem de helva hazırlardı. Sevgili annem, benimle konu komşuya  aşure ve helva gönderirdi.
Şimdi, hiç ama hiç anlayamıyorum: Şiiler  de Müslüman, Alevîler de Müslüman, biz de Müslümanız. Ama 10  Muharremleri dağlar kadar farklı karşılıyoruz. Ah ne olur ya Rabbim! Bir  gün bu milletin yürekli dindarları, ilim, fikir, sanat, siyaset  adamları bir araya gelseler de, aramızdaki bu uçurumları dolduracak bir  yeni değerlendirmede bulunsalar ne iyi olur...
1918 yılında, bizim  silahlı kuvvetlerimiz, Nuri Paşa kumandasında Bakü?ye girdiğinde,  şiilerin 10 Muharrem ayinine şahit olmuşlar. Nuri Paşa:
-Yahu niye  başınıza-gözünüze vuruyor, dövünüp duruyorsunuz? diye sormuş.
-Paşam  Hz. Hüseyin?in şehid edilmesine ağlıyoruz.
-Öyle mi? Allah Allah? Hz.  Hüseyin ne zaman şehid edildi?
-1237 sene önce şehid edildi Paşam!
-Hayret!  Hz. Hüseyin?in şehid edilme haberi Bakü?ye ne kadar geç gelmiş! Siz çok  mu seviyorsunuz Hz. Hüseyin?i?
-Çok seviyoruz Paşam! Onu ölürcesine  çok seviyoruz.
-Memnun oldum! Memnun oldum. Şimdi Hz. Ali?nin de,  Hz. Hüseyin?in de yattığı yerler İngiliz gavurunun elinde. Hepinizi  silahlandırıp Bağdat?a göndereceğim. Gideceksiniz savaşarak, o mübarek  topraklardan, İngilizleri kovacaksınız. Anladınız mı?
Nuri Paşanın bu  açıklamasından sonra, meydanda on kişi bile kalmamış. Galiba bize yeni  Nuri Paşalar lâzım!